Cesaret Ve Korku…

0

Korku ve cesaret yaşamımızın parçası olmakla birlikte; insan psikolojisini etkileyen kilit noktalara nüfuz etmektedir. Aşağıdaki makalenin  insan psikolojisiyle ilgili kafanızdaki birçok bilinmeze ışık tutacağını temenni ederim. Sayfamıza bu makalesini göndererek engin bilgilerini bizlerle paylaşan Psikiyatri Uzmanı Dr. F. Efser GÖKÇEN ‘ e teşekkürlerimizi sunuyoruz …

 

 

 

 

 

Cesaret veya korku insan yaşamının, olmazsa olmazlarından. İnsan olmanın yani aşağıda olmanın gereklerinden birisidir. Neye karşı cesaret, neye karşı korku oluşmaktadır. İnsan kul olmasa cesareti veya korkusu, oluşabilir mi? Cesarette korkuda bir yaratıcıya karşı olabilir. Yaratıcı insanın kendisi olduğunu düşündüğünde, her şeyin kendi başına iradesi olduğunda, cesaret ve korku oluşabilir mi? Elbette hayır. Gelecekte ne olacağı veya geleceği olduğu konusunda bilgisi olan, daha önce geleceği şimdide yaşayan birisinde, geleceğine irade gösteren birisinde, cesaret mi korku mu oluşur? İnsanın cesareti veya korkusu neresindedir. Elbette evvelden beri kul olarak köle olarak yaratılmış birisinin ancak diğer yaratılmışlara karşı korkusu veya cesareti olabilir. Sadece cesaret ve korku bile insanın kul olduğunun, yaratılmış olduğunun çok somut göstergesidir. Geleceği konusunda irade gösterebilen ve bu konuda tereddütleri olmayan birisinin, cesareti de korkusu da olmaz. Sadece iradesi olabilir. Cesarette korkuda, kul olmaktan kaynaklanmaktadır. İrade etmek bir şeyin olmasını temin etmek demektir. İrade asıl olarak yaratıcının elindedir. Yalnız yaratılmışlara verilen iradeden cüzi bir parçadır. Onun işareti de istek ve sevgidir. İstek ve sevgi verilmeye tabidir. Ancak her istek verilmez. Bazısı verilir, bazısı verilemez. Peki, istek ve sevgi neden verilmiştir. Bizatihi yani hiçbir şeyden bağımsız istek ve arzunun olabilmesi, yaratılmışlar için mümkün değildir. Çünkü yaratılmış olmak demek; kul olmanın köle olmanın gereğidir. Biz bu dünyaya kendi istek ve arzumuz ile gelmediğimiz gibi bu dünyadan gidişimizde istek ve arzularımıza tabi değildir. İnsan olarak gelişimiz ve gidişimiz bizim irademize tabi değilse, cesaretimiz neye kime karşı veya korkaklığımız kime karşı olacaktır. Eğer biz kendi irademizi kullanmadan yaratıcımızın iradesi dâhilinde hareket edebilirsek, o zaman sanki bir ölünün elinde hareketsiz duran birisi gibi olmamız gerekir. Yani irade göstermeyen birisinin korku veya cesarette bulunması söz konusu değildir. Korku ve cesaret tanımlarında neden bu kadar durmaktayız. Çünkü bunların hepsi istisnasız yaratıcıya, iman etmeye veya etmemeye bağlıdır. Korku ve cesaretin neye ve niçin olduğu, huzurun ve mutluluğun anahtarı olarak ortaya çıkmaktadır. Yani esasta her şeyin bir sahibi ve irade edeni olduğunu düşündüğünüzde ve sizlere verilenlerin sadece hayal olduğunu belli dönem sonra alınacağını bilindiğinde, aynı kesilip parçalanmış hayvanın öldürülmekten korkmayacağı gibi, bizim cesaret ve istekte bulunmamız mümkün olamayacaktır.

Eğer dünyadaki cesareti tarif edecek olursak en çok korktuğunu göstermemek cesarettir diyebiliriz. Bu sözcüğün içinde, araştırıldığında gelecek konusunda belirsizlikler ve iradesizlikler olduğu anlaşılır. İnsan cesaret ile istediği işin üstüne gidecek olursa bu işi başarma şansı vardır. Aksi halde baştan o işi kayıp etmiştir. Hayatta elde etmek istediğimiz her iş için mutlaka kendimize göre cesaret göstermek gereklidir. Bu arada insanın gelecek olumsuzluklardan ve sıkıntılardan uzak kalması düşünülemez. Sıkıntı ve üzüntü gelecek diyerek o işi yapmamak istek ve arzuların olmasını baştan yitirmek demektir. İnsan yaşamı korku ve ümit arasında olmalıdır. Aksi halde korkusu fazla olanın teşebbüste bulunması ve elde etmesi zor olmaktadır. İstek ve arzularımız var ise mutlaka bazı şeyleri riske sokma durumundayızdır. İnsanın riske atacağı en büyük sermayesi hayatının kendisidir. Hayatını hiçe sayan kişinin artık kayıp edeceği bir şeyi kalmamıştır. O nedenle hayatını hiçe sayan önemsemeyen hatta yaşayan ölü tabiri kullanılan insan, kendisine makul ve mantıklı kabul ettireceği hareket var ise, tereddütsüz onu yapacaktır. Savaş mantığında, intihar komandolarında bu durum söz konusudur. Ölmüş olduğunu düşünen ve ona inanan kişinin ölümden korkusu kalmamıştır. Yani parçalanmış hayvan ölümden korkmaz diye atasözü vardır. Gerçek cesaretten söz edilecekse bu dünyada ölmüş gibi kendini düşünen gerçek cesaret sahibidir. Yalnız şunu da unutmamak gerekir; çok fazla korkusu olan insan, bu korkuyu gizleyebilmek için aşırı cesur gibi görünebilir. Paragraf başındaki sözcüğün anlamı budur. Düşüncesi sadece bu dünyayı ve yaşantısını imar etmek ve güzelleştirmek isteyen hiçbir zaman cesaret gösteremez. Yani diğer bir anlamla aşırı derecede korkak olur. Zalimler korkak olur sözünün anlamı burada belirmektedir. İnsanın dünya geleceğinden korkusu ve endişesi var ise en kolay savunma saldırıdır düsturu gereği, çevresindekilere saldırarak hayatını idame ettirmek durumundadır. Psikopat ve sosyopatların gerçekte aşırı derecede korkuları olduğundan devamlı korkularını gizlemek için çevreye zarar verdikleri bilinmektedir. Bu zararı meşru hale getirebilmek amacıyla kendilerine zarar verme göstermelik olarak da devam eder. Eğer bu insanlara korkulu bir şekilde yaklaşırsanız, onun korku ögesini desteklemiş olursunuz. O zaman kişinin saldırganlığı daha da artacaktır. Psikopatların ve sosyopatların bu sıkıntısını modern tıp denilen tıp maalesef uzaktan yakından anlamamıştır. O nedenle cezaevleri ve tutukevleri modernleştirilirken içindeki insanlar ilkelliğe ve yok olmaya mahkûm edilmiştir. Eğitim ve fırsat eşitliği konusunda kendilerinden geçerek bağırıp çağıran çağdaş takılanlar, böyle konularda kadercilik anlayışında bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışındadırlar. Asıl olan psikopatların, çevrelerinde sevgi ve dostluk yaşayanları görmeleri ve idrak etmeleri gerekir. Aksi halde o insanları hapislerde çürümeye terk edersiniz. Burada bir ayrıntıyı hatırlatmakta yarar vardır. Alkol ve uyuşturucu kullanımının desteklenmesi, insanların gerçek dünyayı algılamalarını bozduğundan insanları kör eder. Yani eğer siz insanlara iyi şeyler gösterip onlara yardım edebilmeniz isteniyorsa, mutlaka uyuşturucu nitelikli ajanlardan uzak tutmanız gereklidir.

İnsan ruhunu ve kalbini anlayabilmek için nefsin ve bedenin istek ve arzularının da farkında olmak gerekir. İnsan doğumundan itibaren verilen ömür nispetinde bedenini sıhhatli şekilde yaşatabilmek için bir takım istek ve arzularda bulunur. Bunlar sıralanırsa dışarı hava değişimlerinden kendini korumak için ev veya barınak ihtiyacı sağlıklı yaşam sürdürebilmek amacıyla gıdanın temiz ve hiyjen şartlarına uygun olması bedenin ihtiyaçlarıdır. Gıda içine su ve havanın temizliği de girmektedir. Şimdi burada çok önemli bir hadise vardır. İnsan bedeni için gerekli olan hava zaruri olsa da, daha çok hava almak için insan gayret göstermez. O tabi olarak insanın nefes sayısını belirler. Ancak yemek ve içmek ile kadın erkek beraberliğinin oluşturduğu ilişki her daim daha fazlasını arzu ettirir. Bunlardan kaynaklı insanlara baş olma ve makam sahibi olma iktidar olabilme gücü ortaya çıkar. Çünkü bedenin ihtiyaçlarını karşılarken, insan BEN de demektedir. Ben demek insanın nefsi istek ve arzusudur. İnsan bunları arzularken istek ve arzuları aldıkça artan ve hiç doymayan bir hayvana benzetilmektedir. Bu durum eskiler tarafından devamlı tuz yiyip su içen canlıya benzetilir. İstek ve su içmek giderek artar. Bu ise yaşayanın çatlaması demektir. İşte bu nefis istek ve arzuları hayatın şeklini belirleyen en önemli yapıdır. İnsan ruhu ve kalbi yukarıda anlatılan yapının hiç birisinde yer almaz. Sadece sevgi ve aşk onun en büyük gıdası olmaktadır. O gerçek anlamda dostu ile beraber olmak ister. İnsan benliğinde ve ruhunda olumlu veya olumsuz olarak nefis ve ruhun isteklerinin savaşıldığı arena sahasına benzer. Yaşanıldığı sürece burada devamlı çatışma ve çekişme vardır. Bir o yener bir diğeri yener. Bunun tensel yaklaşımı yoktur. Tensel yaklaşım olursa işin içine maddi olan cinsel yaşam girer. Ateistler o sebeple Mevlana Hazretlerini anlayamadıklarından çirkin olarak homoseksüel olmasından söz ederler. Burada bu sözün anlamı nedir diyebilirsiniz. İnsanın normal yapısında olan anlamadığına itiraz etmek ve yaftalamak çok sık kullandığı mekanizmadır. İnsan ruhunu anlayamayanların hatta bunu hiç kabul etmeyenlerin olayı değerlendirmesi mümkün olmayacaktır.

Cesaret insan gelişiminde, ilk önce yükseklere karşı oluşmaya başlar daha sonra bu diğer sistemlerde kendini gösterir. Çocuk önce yüksekten düşmekle korkutulur. Çünkü başlangıçta çocukta sadece beden vardır. Beden ise yüksekten düşerse incinir. Çocuğun çevresindeki insanlar kendinden boyca kiloca ve güç olarak fazladır. Çocuk için ilk hedef onlar gibi olmaktır. Eğer aileye karşı defans geliştirmeye bir şeyleri geçmeye öğrenmeye derece olarak ta mesafe olarak ta yükseklere ulaşmak yönünde, kendini bulduğunu düşünür. Çocuğun emekleme ve ayağa kalkma fonksiyonu, başlangıçta yukarılara ulaşmanın gayreti içindir. Emeklemekte olan çocuk ayağa kalkarak başını dik tutması başkaları ile aynı yere ulaşmanın çabasını getirir. Hatta tay tay ayakta durmakta olan çocuk yerden kalkıp ayakta durduğunda, yürümeyi yapıp yapamayacağı kararsızlığını yaşamakta olduğunu hemen herkes bilir. Aslında yükseklik korkusu aile ve çevrenin çocuğa devamlı yükseklik ile korkutmasından da kaynaklanmaktadır. Emekleme ve ayağa kalkma döneminde, hayata alışmaya başlayan çocuğun daha sonraki yaşamında sosyal anlamda konuşması ve bazı şeyleri başarıyor olması, kendine güveni sağlar. Ancak bu güven duygusunun ailenin üst fertleri tarafından desteklenmesi zarureti vardır. Bu kişi genelde baba olmaktadır. Çünkü ailede üst kimlik babadır. Babasız olan çocuklarda en önemli problem, çocuğun temel güvenlik duygusunu hiçbir zaman tadamayacak olmasıdır. Çocukluk yaşında aile tarafından veya çevrece korkutulan hadiselerin, birey tarafından çözümlenmeye çalışması yine yakın çevre tarafından olmaktadır. Nasıl ki yürüme ve konuşma talimleri ile yeni şeyleri bedensel olarak öğrenen çocuk, belli dönem sonunda yükseklerde olmanın iktidar veya iktidar sahiplerinin ortağı olmaktan geçtiğinin farkına varır. Bu ise mecaz veya soyut anlamda gelişim demektir. Duygu ve soyut kavramların gelişimi, bağımlı yaşayan kadınlarda insanları yönlendirme sanatına girdiğinden daha kolay uygularlar. O nedenle kadınların işmar etmesi ve dedikodu etmeleri, erkeklere göre çok fazla olmaktadır. Yükseklerde yaşayan dağ keçilerinde inatçılık ve cesaretin hayvanda görülen şekli çok olurken, yüzey veya alçaklarda yaşayanlarda korkaklık daha fazla olmaktadır.
İnsanda cesaretin kahramanlık düzeyinde olması için mutlaka en büyük risk olan hayati riske girmek gereklidir. Kendi hayatını hiçe saymak usulü ile çocuğunun hayatını kurtaran anne haberi, hepimizi duygulandırır. Veya bir doktorun yaptığı operasyonla hayatın kurtarılmasına yardımcı olması insanları derinden etkilemiştir. Hayatta yardımcı olduğunuz insan sayısınca sizin kahramanlığınız veya iyi insan oluşunuzu destekleyiciler her dönem olacaktır. Ama devamlı çevreye zarar vermekte olan bir insanın başkaları tarafından görülmek istenmesi olacağı gibi, onu görmek başlı başına cesaret gerektiren durumlar olabilir.

Saygılarımla.

Dr. F. Efser Gökçen

MANYETİK DUNYAMIZ

http://www.manyetikdunyamiz.com

 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.