Serçenin Gözyaşları

1

O gün erken uyanmıştı. İçinde her zamankinden farklı birşeyler vardı; sevgi mi deseydi buna yoksa başka birşey mi bilemiyordu… Ama iki yıldan beri içinde tertemiz bir sevgiden başka birşey yoktu ki! Yine de bu günkü farklıydı içinde sevinç, sevgi ve heyecan karışmıştı… O nedenle güne nasıl başlasam diye düşünürken içi içine sığmıyordu. Çocuğun duyguları gibi gün de çok farklıydı, çok özeldi.Bugün dünyanın en kutsal, en güzel duygusunu paylaşanların günüydü; yaşamın amacı olan duyguyu paylaşanların günü… Çocuk bunun için, o taptığı, kendinden fazla değer verdiği, tarif edilmesi istenildiğinde tarif edemediği kadar büyük bir sevgiyle sevdiği kıza nasıl bir armağan alacağını düşünüyordu: Şöyle kocaman ve sevimli bir tavşan? Ama bu olmazdı, kıza doğum gününde almıştı bunu. Peki ya çok güzel ve değerli bir kolye? Bu olabilir diye düşündü. Ama bu da olmazdı, alacağı hediyenin kıza kendi parasından çok tertemiz sevgisini anlatmasını istiyordu o… Uzun uzun düşündü; bu nasıl bir hediye olmalıydı? Sonra bir ışık belirdi zihninde: Kiristal bir gül! Bu çok güzel bir fikirdi! Hemen hazırlandı ve mağaza mağaza gezmeye başladı. Hayalinde oluşturduğu o hediyeyi aramaya başlamıştı. Saatlerce aradı ama böyle birşey bulamadı hiçbiryerde… Umutsuzluğa kapılmış kız arkadaşının yanına gidiyorken; sokakta çok tatlı, ufacık bir kızın elinde koskoca bir sepetle gül sattığını gördü. Onun istediği kristal bir güldü; hiç solmaması için… Yine de ufacık bir çocuğu mutlu ederek alınacak bir hediyenin daha değerli olacağını düşündü ve bütün sepeti satın aldı. Bu arada sevdiği kızdan çağrı gelmişti. Yarım saat sonra orada olacağını belirten bir mesaj attı ve yoldan geçen taksiyi durdurdu çocuk. Gideceği yeri şoföre söyledi ve yine hayallere daldı… Kimbilir ne kadar mutlu olacaktı “biriciğim” diye hitap ettiği, uğruna şiirler yazdığı, herşeyden önemlisi sevdiği o kız. Bu hayaller içinden bir ara sıyrıldı ve arabanın süratlendiğini fark etti. Ama bu sorun değildi aksine daha iyiydi çünkü biriciğine daha kısa sürede kavuşacaktı. Tekrar daldı düşüncelere…Ani bir fren sesi ve kulakları sağır eden bir gürültüyle kendini bembeyaz bir yolda buldu. Hertaraf bembeyazdı ve kendinden başka hiçkimse görünmüyordu ortalıkta… Ölmüş olmalıydı… Ama neden bugün? Neden biriciğini göremeden? Derken yanında beliren melek ona cehenneme gideceğini söyledi. Çocuk hiçbir tepki vermemişti sadece o üzgün gözlerini çok uzaklarda biryerlere odaklamış, meleğin söylediklerini dinliyordu… Cehennem kapısına geldiklerinde melek son sözlerini ve son dileğini istedi ondan. Çocuk, az önce uzaklıklara meydan okurcasına sonsuzluğa dikmiş olduğu gözlerini bu kez meleğin gözlerine dikti ve “son bir kez onu görmek istiyorum” dedi. Melek şaşırmıştı. Çünkü bugüne kadar hiçkimse “günahlarımı affedin” sözlerinden ya da “cennete gitmek” dileğinden başka hiçbir dilekte bulunmamıştı. Gerçi çoğunun dilekleri kabul edilmemişti… Ama bu çocuk az da olsa cehennemden kurtulma şansını geri çevirip; ölmeden önce sevdiği kızı görmek istemişti… Biraz beklemesini söyledi ona ve ortalıktan kayboldu. Çocuk tek başına kapıda beklerken, melek çocuğun cehenneme gitme sebebine baktı: kitapta “bir insanı büyük yaratıcıdan çok sevmiş ve o na tapmış…” yazıyordu. Melek çılgına döndü; bu nasıl bir şeydi? Nasıl bir duyguydu, sevgiydi? Tekrar çocuğun yanında belirdi ve dileğinin kabul edildiğini söyledi. Aynı anda çocuk kendini “biriciğinin” yanında buldu: kız oturmuş, ağlıyordu… Derken bir polis elinde bir sepet gülle gelip; kıza ismini sordu ve bu güllerin kendisine ait olduğunu, sepetteki kartta onun isminin yazdığını söyledi. Kız şaşkın bir biçimde sepete baktı ve bir kısmı kanlanmış olan güllerin arasından kartı aldı; okumaya başladı. Kartta: “Bu gülleri gözyaşlarımla yıkamak istedim ama böyle mutlu bir günde ağlamamın yanlış olacağını düşünerek yanlarına sevgimi koyarak sana getirdim…” yazıyordu. Bir de not düşülmüştü: “Biriciğim, bu bizim ölümsüz sevgimizin ikinci yılı. Ve bu iki yıl içinde hayatımın en mutlu günlerini geçirdim. Ama bu iki yıl değil, önümüzdeki yüzyıllar ne seni bana unutturmaya ne de benden ayırmaya yetmeyecek. Ben kadere inat bir gün ölsemde, yine seni herşeyden çok seveceğim…” Kız bunları okuduktan sonra acı bir çığlık attı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam etti… Çocuk “yeter!” diyerek gözlerini ve kulaklarını kapadı. Ne kızın gözyaşlarını görmek istiyordu ne de hıçkırıklarını duymak. Çünkü bunlar ona çok büyük bir acı veriyordu… Ve gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı… Bütün bunlar olurken çocuğu izleyen melek, çocuğun ağladığını görünce: “Bu olanaksız! Bir ruh ağlayamaz, bu imkansız!” diye bağırmaya başladı. “Yüce Allah’ım, nedir bu?” diye haykırdı. Her taraf birden karardı ve kulakları sağır eden bir ses duyuldu: “Bu sevgidir! Ben insanları yaratırken onlara güzel duyguları bahşettim ve onlarda sevgiyi yarattılar. Kimi parayı, kimi başarıyı, kimi eşini dostunu sevdi. Ama bu çocuk benim yarattığımı benden bile fazla sevmiş… Onu affediyorum. Ama cennete alamam oradakilerede bu ölümsüz sevgiyi bulaştırmasını istemiyorum. Ne dileği varsa söylesin, yerine getirin!” Melek çekine çekine çocuğa yaklaştı ve “Yaratıcımız seni bağışladı ne dileğin varsa yerine getireceğiz” dedi. Çocuk ıslak gözlerle Ona bir serçe olarak dünyaya gitmek istediğini söyledi. Melek birkez daha şaşkına döndü ve neden bir insan olarak değilde bir serçe olarak gitmek istediğini sordu: Çocuk:”Ben artık onun ve ailemin, sevdiklerimin gözünde bir ölüyüm. Şimdi tekrar karşılarına çıkıp ben ölmedim, bakın yaşıyorum demem daha büyük bir yıkım yapar onların duygularında. Onlara daha fazla acı çektirmek istemiyorum. Bir serçe olarak gidersem herzaman, uzaktan da olsa biriciğimin yanında olabilirim; geceleri uyurken penceresinin camından o tatlı yüzünü izleyebilirim…” dedi ve dileği gerçekleşti. Tekrar yaşama dönmüştü ve önceden hep yapmak istediği gibi özgürce gökyüzünde uçabilirdi. Ve kanatlarını çırpmaya başladı. Hemen sevdiği kızın evine gitti; odasının camının önündeki ağacın dallarından birine kondu ve onu izledi… Günler, aylar böyle akıp gitti… MiniKSerÇe, kız nereye giderse hep onunla birlikte gitti… Şimdi aradan iki yıl geçmişti ve kız iki yıldan beri ilkdefa gülmüştü. Karşısındaki yakışıklı gencin anlattıkları onu güldürmeyi başarmıştı… Kız eve döndüğünde yatağına uzandı; uzun uzun, kara kara birşeyler düşündü… Sonra çok sevdiği ve acısını kalbinde taşıdığı çocuğun resmini eline aldı, uzun uzun baktı ve kendi kendine konuşmaya başladı: “Nerdesin? Seni çok özledim… Zaman hiç geçmedi sen yokken yanımda… Şimdi biriyle tanıştım; bir haftadır onunla buluşuyoruz… Biliyormusun; senden sonra ilk defa beni güldürmeyi başaran o oldu… Hatırlıyormusun; iki yıl önce bu gün sen bana bir sepet gül ve onların yanında bir kart vermiştin… Kartta; “Seni iki yıl sonra değil, yüzyıllar boyunca bile unutmayacağım…” yazıyordu… Ama ben bunu başaramadım, aşkımıza sadık kalamadım; onu seviyorum…” dedi ve bunları söylerken de gözyaşları boşaldı; yanaklarından süzülerek… Bütün bu olanları camın ardından izleyen minik serçenin kalbine birşey saplanmıştı ve gözleri dolmuştu… Derken melek beliriverdi karşısında:” Sakın ağlama, biliyorsun serçeler ağlarsa ölür…” dedi. Ama MiniKSerÇe sevdiği kıza son birkez daha doya doya bakarak gözyaşlarını serbest bıraktı…

Bu defa yaratıcı, çocuğu affetmedi. Ama hiçbir günahı olmadığı için cehennneme de atamadı, Onun cennete de girmesini istemiyordu yaratıcı… Ve çocuğu gökyüzüne hapsetti… İşte o günden bu güne, nezaman bir aşık üzülse gökyüzündeki bütün serçeler ağlar..


Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.